Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

14 Nisan 2012 Cumartesi

ASTROLOJİNİN ALTIN ANAHTAR

http://www.delinetciler.net/forum/attachments/15385d1316092289t-insan-anatomi.jpg  Astroloji kendi bütünlüğü içinde yaşamımızın küçük bir modeli ve neden böyle bir yaşamımız olduğuna dair temel nedenleri aydınlatma gücü olan kadim bir disiplindir. Bu temel verilerin özünde de insanın dengesi, özgürlük alanları ve belki de henüz fark edemediği yaratıcı kapasitesi yer alıyor.
 Yaşamımızdaki bazı baskın olay ve kişilerin nedenlerini araştırmaya başladığımızda, metafizik ve astrolojinin verdiği yanıtları göz ardı etmemiz pek mümkün gibi görünmüyor.
Makro Kader
 
Yaşamı biraz daha dikkatli gözlerle incelersek her yönden gelen etkileri daha rahat fark ederiz. Biz güneşe, güneş kendi galaksisine, o da daha büyük alemlere bağlı olmak üzere, büyük bir kozmik ağ içinde; herkes kendi yerli yerinde bazı yasalara bağlanarak yaşamını sürdürür. Kozmik Yasa'ların dışında bir eylemin olması pek mümkün değil. Makro/Kader en tepeden başlıyor.
Mikro Kader  Bir de, astrolojik açıdan horoskop adını verdiğimiz; spiritüel açıdan da yaşam planı olarak kabul edilen bizim çemberimizden gelen Mikro/Kader var.
 
Bunun ilk aşaması, bizim genetik yapımız ve genetik yapıda kayıtlı bilgiler. Bu organik yapının atası kendi kromozomu üzerine nasıl bir işaret koydu? İşte o durmadan tekrar eden işaretler bir tür kalıtım hafızası oluşturuyor.Tıpkı bir manyetik bant üzerindeki izleri gibi…
  Sonunda bu izler bize kader olarak fizik bedenle ilgili olarak geçiyor. Yani DNA kayıtlarımızın dışına çıkmak mümkün mü? Değil ! Bu örnekten anlaşılıyor ki biz nereye dönersek orada başka bir bağlantı görüyoruz.
Kader Deyince!
  Mor-ötesinden kızıl- ötesine uzanan bir renk bandının tümünü bir metre olarak kabul edelim. Biz ancak bir santimlik kısmını görebiliyoruz. Ve biz sonra da büyük bir rahatlıkla diyoruz ki, “Gözümün görmediği şeye inanmam”. Oysa biz sesleri de aşağı yukarı az önceki ölçülere göre işitiriz, dokunma yeteneğimiz de aynı şekilde, özel bir psişik yetenek yoksa çok sınırlıdır. Ama parmaklarıyla yazı okuyan ya da eline aldığı bir cimin binlerce yıl ötesine giden birini gördüğümüzde de hemen orada bir hile aramaya çalışır, olayı reddetmek için elimizden geleni yaparız.
  Aslında kaderi bu şekilde kısıtlayan da biziz. Öyleyse kader deyince; genetik hafıza, kalıtım, bedenin yapısı, doğulan ülke ve şehir, çevrenin şartlandırması, anne-baba, eğitim, okul, devlet, yasalar, felsefi ve ekonomik sistemler, ruhsal öğretilerle ilgili inançlar, işte bütün bunlarda ayrı ayrı insanın kaderinin birer unsurudur.
Özgür Seçimler
  
Bunların arasında değiştiremeyeceklerimiz olduğu gibi akıl ve sezgi ile bize tanınan serbest alanlardan yararlanarak bazı yeni atılımlara geçmek de kaderin daha doğrusu seçme özgürlüğünün bir ifadesidir.
  Yaşamımızla ilgili nedenleri araştırdıkça özgür iradenin geçerli olmadığını ancak özgür seçimlerin de her zaman seçilmek için karşımızda durduğunu fark edebiliriz. Peki ! Şu çok gelir elde edeceğimizi sanarak seçmek istediğimiz meslek acaba, bizim doğum haritamıza uygun mu? Yoksa şunun bunun dolduruşuna mı geldik? Seçimi nasıl
yapacağız? İşte astroloji bu noktada devreye girer.
Doğum Haritası
 
Astrolojinin en önemli görevi, “Özgür seçimlerimizde" bize destek olmak, doğum haritamızı vasıtasıyla, uygun zaman-mekan şartlarını araştırmaktır.  Özgür iradeden ziyade özgür seçimler olduğu için seçimlerimiz yaşamımızı çepeçevre saran sınırlarla belirlenir. Zeka-sezgi-akıl üçgenini de harekete geçirerek, yeni seçimleri tam gerektiği anda ve gereken yerde yapabilmektir maharet. Kör atışı yapmayı zaten herkes biliyor. Önemli olan insanın kendi yaşamına sahip çıkmasıdır.
Olası Seçimler Sepeti
 
Olası seçimler sepetimiz her zaman vardır ve yeni olasılıklarla bizi bekler. Astrolojiden de destek alarak, daha mutlu, daha başarılı ve bizi biz olarak daha fazla tanımlayan; özgür seçimlerimizle yaratılmış bir yaşamı sevinç içinde, dolu dolu yaşamak, bu gezegene doğan her insanın doğuştan hakkıdır.
  Doğum haritası ve yaşam planının sınırladığı alanlar zaten baştan bellidir. Ama ya sonra özgür seçimle yaratılacak alanlar…
İşte önemli olan o alanları doğru tespit edip, huzur ve mutlulukla yürümek !…

Kuantum internet için ilk adım

Alman bilim insanları, tek atom ve foton parçacıkları arasında oluşturulan ara yüzlere dayanan, ilk kuantum iletişim ağının prototipini üretmeyi başardı.



Kuantum ağın kullanılabilir olması için, kuantum bilgi transferinin tersine çevrilebilir olması gerekiyor. Ancak, kuantum bilginin çok hassas olması, bu işlemi zorlaştırıyor. Kopyalamaya izin vermeyen teorem nedeniyle, kuantum sistemi olarak bilinen matematiksel değişkenleri içeren ‘kuantum durumu’, isteğe bağlı çoğaltılamıyor.
Almanya’nın Max Planck Kuantum Optik Ensitütüsü’ndeki (MPQ) araştırmacılar, bilgi transferinde yaşanan sorunu ortadan kaldıracak çözümü geliştirdi. Gerhard Rempe’nin başını çektiği araştırma ekibi, güvenli iletişim sağlanabilecek ilk basit kuantum ağını oluşturmayı başardı. Fizik alanında çığır açması beklenen gelişme sayesinde, süper hızlı kuantum internet teknolojisine bir adım daha yaklaşıldığı ifade edildi.

Dört yaşında IQ'su 159

İngiltere’de, henüz dört yaşındaki bir kız çocuğu okula başlamadan yüksek IQ’ya sahip insanların kabul edildiği Mensa grubuna dahil edildi.




Heidi Hankins’in yüksek zekalı olduğu, çocuk yuvasında yapılan IQ testiyle ortaya çıktı. Yetişkinler için ortalama IQ puanı 100 iken, Heidi 159 puan alarak herkesi şaşkına çevirdi. Öğretmenleri, Heidi’nin zekasını zorlayacak bir oyun bulmakta zorlandıklarını ifade etti.
Heidi, küçük yaşına rağmen toplama ve çıkarma yapabiliyor, belirgin şekiller çizebiliyor ve yazabiliyor. İki yaşındayken okumaya başlayan Heidi’nin IQ puanı, İngiliz kadın televizyoncu Carol Vorderman’dan beş puan yüksekken, ünlü fizikçi Stephen Hawking’den sadece bir puan düşük.
Hedi’nin babası Matthew, kızının okula erken başlayabilme şansı olmasından memnun. Southampton Üniversitesi’nde Heidi ile ilgilenen kamu sağlık görevlisi ise Heidi’nin henüz iki yaşındayken okumasıni istediği çocuk kitabı setini 30 saatte bitirdiğini ifade etti.

10 Nisan 2012 Salı

Duyular dışı algılama yeteneği - DDA



 Bazen hepimiz, bizi sadece maddî yaşamla sınırlayan beş duyumuzun dışına taştığımızı fark ederiz. Telefon çalar, kimin aradığını bilirsiniz, o gün ısrarla anımsadığınız eski arkadaşınıza yolda rastlarsınız. İlk kez karşılaştığınız bir yabancının, hayatınızda önemli bir yere sahip olacağını algılarsınız. Yakınlarınızla ilgili çeşitli haberci rüyalar görür, hatta onların geleceklerine ait sezgilerin sahibi olabilirsiniz. Bütün bunlar sizin duyular dışı algılama (DDA) yeteneğinizin olduğunu gösterir. Hepimizin değişik bir şuur hâline açılan çeşitli pencereleri vardır. Şuurumuzu, şimdiki farkındalığımızın ötelerine genişletme gücü, tüm varlıkların içinde saklı şekilde mevcuttur. Bu güce “Psişik Yetenek” ya da “Ruhsal Güç” adını veriyoruz.
  Ruhsal Gücümüz hemen hemen her gün bizi sınırlayan beş duyumuzun dışına taşmamıza neden olur ama“neden ve nasıl” sorularına yeterli cevap veremediğimiz için bu potansiyel güç de, gizli bir hazine gibi varlığımızın derinliklerinde saklı kalır. Ve yaşamda uygulama alanı bulamaz. Dünya yaşamı hepimize sunulmuş çok büyük bir armağan ve kendimizi geliştirmek için kullanılacak imkânlar dizisidir. Ruhsal Güçlerin, ilham ve önsezilerin bize sağladığı en büyük fayda, yaşamı sadece biyolojik bir varoluş biçiminden kurtarmaktır. Her şeyin ardında asıl sebebi saklıdır. Görünenin ardındaki görünmeyeni görünür kılmak ve onun nimetlerinden yararlanmak bizim doğuştan hakkımızdır.
YAŞANMIŞ ALTINCI HİS ÖYKÜSÜ: Kedim Nicky
  Ben üç yaşlarında olduğum yıllardan itibaren evimizin çevresinde dolanan bir kedi vardı. Bu öykü onunla ilgili.
  
Nicky adlı bu tekir kedi bana hep çok yakın olmuştu. Birkaç yıl benimle birlikte olan Nicky, tam bir tekirdi; sağlam karakterli ve güçlü daima şefkatli ama nefret ettiği iki şeye de tepkili:yağmur ve sığırlar. Her neyse, bir gün Nicky hastalandı. Kedilerin ara sıra yakalandığı virüslerden daha ciddi bir sorunu yok gibiydi. İyileşiyor gibi olup tekrar yemek yemeğe başlıyor, hatta mırlıyordu. Böyle düşündüğüm için, erkek kardeşimle tatile gitmemin bir sakıncası olmayacağına karar verdim. Annemle babam kediye bakmak için evde kalacaklardı. Evden yaklaşık 150 mil uzakta, Cheltenham kasabasında bir otelde birkaç günlüğüne rezervasyon yaptırdık. Tatil iyi gitti; yürüyüş yaptık ve görmeye değer yerleri gezip gördük. Nicky’i çok az düşünmeme rağmen kısmen endişeliydim; çünküsöylediğim gibi, sanki iyileşiyormuş gibiydi.
  Tatilimizin son gecesi, o yöreye ait yerel biralardan birkaç kupa içtikten sonra yatağa gittim fakat hiçbir şekilde sarhoş değildim. Çok derin uyudum ancak, sabah 6:00 civarında aniden uyandım. Adeta birisi kulağıma şu sözcükleri haykırdı: ‘Ah Nicky!’ Kendimi gülünç, üzgün, rahatsız ve huzursuz hissettim. Kardeşimi uyandıramadım, bir saat kadar oturdum sonra tekrar uyumaya karar verdim. Kahvaltıdan sonra otobüsle eve geri döndük. Hala kardeşime bir şey anlatmamıştım onu üzmek istemedim çünkü evde telefon yoktu.
  Eve geldiğimizde kapıda babamla karşılaştık.Bize sabahın erken saatlerinde Nicky öldüğü için annemin üzgün olduğunu söyledi.Tüm hafta iyileştiğini zannetmiştik. Yanında beklemekten vazgeçen annemle babam oturma odasınageçtiğinde Nicky, sanki yavrularının olduğu kulübeye gitmek için kalkmış ve yolda yığılıp kalmış ve kalp krizinden ölmüş. Onu ilk gören annemmiş ve ‘An Nicky, sahibin buna çok üzülecek!’ diye haykırmış. Olay bu sabah saat 6:00’da olmuş.
 İşte öykümü öğrendiniz! Biliyorum. Hayalet öyküsü gibi değil ama sizce de olağanüstü değil mi? Ya da bu annemle benim aramda bir çeşit psişik bağ veya altıncı his! Emin değilim.

Algıları Saklayan Hafıza Molekülü




Beyne bir uyarı geldiğinde beyin hücrelerinin DNA molekülündeki genler, ilgili bir bağlantı bulmak için taranır...

Bilgiler beyinde kalıcı olarak saklanmak için çağrışım yoluyla hafızadaki diğer kayıtlı bilgilerle birleştirilir. Bu işlemin somut olan kısmı ise hücre içinde gerçekleşen kimyasal reaksiyonlardır. Her hücrenin bir mikro hafızası vardır. Bu minik bellek taşıdığı bilgi miktarı açısından dev bir kütüphaneye benzetilebilir. Nesilden nesile aktarılan bu minik ama dev arşiv DNA molekülüdür. DNA molekülü bilindiği gibi ikili sarmal bir yapıya sahiptir. Başlıca dört kimyasal maddeden oluşur: A-adenin, G-guanin, S-sitozin, T-timin. Bu dört harf üçlü kombinasyonlarla biraraya gelerek genetik şifreyi oluştururlar.

Bilgiler Nasıl Çağrılır?

Beyne bir uyarı geldiğinde beyin hücrelerinin DNA molekülündeki genler, ilgili bir bağlantı bulmak için taranır. Çağrışımı en yoğun o-lan gen, yani aradığımız bilgi ile en iyi eşleşen gen impulslar ile uyarılır. Bundan sonra tıpkı bir fotoğrafın negatifi gibi DNA'daki genin şablonu RNA molekülü olarak hazırlanır.

Bu esnada bilgi kısa süreli hafızaya geçmiş olur. İşlemin sonucunda oluşan mesajcı RNA hücrenin çekirdek bölgesinden ayrılmak üzere harekete geçer. Bu hareket başladığı anda, bilgi, kısa süreli hafızadan uzun süreli hafızaya yönelmiş olur. Hücre içinde bilgisini proteine dönüştürmek için yola çıkan mesajcı RNA'ların protein sentezi merkezleri olan ribozomlara erişebilmeleri 20 dakikayı bulur. Bu süre içinde şaşırtıcı bir olay yaşanır da güçlü bir impuls beyne ulaşırsa, protein sentezi kesintiye uğratılmış olur. Böylece mesajcı RNA molekülü elindeki bilgiyi protein molekülüne dönüştüremeden bozunuma uğrar. 20 dakika içinde hafızaya alınan bilgiler bir daha hiç hatırlanmamak üzere silinirler. Kaza geçiren insanların kaza anını hatırlayamamalarının sebebi de budur. (Harun Yahya, İnsan Mucizesi, İstanbul: Global Yayıncılık, Ocak 2001)

Hafıza Molekülü Nasıl İşler?

Protein molekülleri bilindiği gibi amino asitlerin çeşitli sayı ve sıralarda yanyana gelip bir zincir oluşturması ile oluşurlar. İnsanlarda protein sentezi için 20 çeşit amino asit kullanılır. Harflerin yanyana gelerek sözcükleri oluşturması gibi amino asitlerin de yanyana gelmeleri binlerce çeşit protein molekülünü oluşturur. Algılanan impulsların uzun süreli hafızaya kaydedilmesi bilgilerin protein moleküllerine dönüştürülmesi ile sağlanır. Birer algı yumağı olan bilgiler "hafıza molekülleri" adı verilen proteinlere dönüştürülür. Bu işlem ribozomlarda gerçekleştirilir. Mesajcı RNA da üçlü genetik şifreye karşılık gelen amino asitlerin ribozomda birbirlerine bağlanması ile bu protein molekülleri oluşturulur. Hatırlama anında, hücrenin uyarılması sonucu protein şeklinde saklanan bu bilgiler tekrar hafızaya çağrılmış olur.

Beynin İçinde Algılayan Şuur Kime Aittir?

Bu noktada çok daha önemli bir soru akla gelmektedir: tüm bu şifreleri birer algı olarak anımsayan yani tekrar algılayan şuur kime aittir? Beynin içinde elektrik sinyalleri olarak şifrelenen sesleri, görüntüleri, kokuları, tatları hisseden bir şuur vardır, hatta bu şuur onları birer bilgi demeti olarak istenildiğinde tekrar algılamaktadır. Elbette bu şuur, beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait değildir. Bu nedenle bu soruya herşeyin maddeden ibaret olduğunu iddia eden materyalistler ve Darwinistler cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur, Allah'ın yaratmış olduğu ruhtur. Allah bütün bu algıları her insanın ruhu için ayrı ayrı yaratmaktadır. Bu algıları yaratan Allah mutlak tek varlıktır.

Beyindeki Elektrik Akımı ve Titreşim Formları

Sinir hücrelerinde yer alan sinapslar aracılığı ile beynimize ulaşan bilgiler, elektrik akımı veya titreşim formlarıyla tanınırlar. 10-15 saniye kadar süren impulslardan ulaşabilenler beyin hücrelerini tetikler, eklenebileceği bağlantıyı araştırıp bağlantı kurar. Bilgiler beyinde yapbozun parçaları gibi şifrelenirler. Yeni bilgi beyinde bağlantı yapabileceği ilgili bilgiyi arar. Eğer ulaşan bilgi daha önceden yer etmiş bilgilerle bir çağrışıma giremiyor ya da bir merak uyandırmıyorsa yararsız bilgi adıyla etiketlenip dışarı atılır. Örneğin hiç bilmediğiniz bir dilden sözcükler veya karışık rakamlar çok kısa sürede unutulurlar.

MİKRO VE MAKRODA ASTROLOJİ



  Güneş sistemi içinde güneş, ay ve gezegenlerin insanoğlunu ruhsal ve fiziksel açıdan etkilemeleri bilim tarafından inkar edilemeyecek bir gerçektir. Kadim astrolojinin ele aldığı güneş sistemi ve ötesindeki sabit yıldızların; doğum haritamıza göre bizim kişiliğimiz, psikolojik yapımız ve kaderimizle ilintili olduğu görüşünün pozitif bilim anlayışı içinde yeri yoktur. Ancak daha eski çağlarda, her şeyin birbiriile bağlantılı olduğu, bir bütünün parçası sayıldığı kadim yani eski/klasik bilim anlayışına uygundur. Astroloji binlerce yıldır çeşitli topluluklarda elde edilen gözetim ve deneyimlerle geliştirilmiş doğrulanmış çalışan bir sistem olarak milyonlarca kişi tarafından her çağda kabul görmüştür.
  Astrolojide şüphesiz tüm ezoterik araştırmalar gibi  istismara ve ticari sömürüye açık bir alandır. Bir ticari sömürü aracı olarak ele alındığında gerek bilimsel açıdan, gerekse de insan psikolojisi açısından sakıncaları hepimiz tarafından bilinmektedir. Gerçek astroloji evren (makro kozmos) ve insan (mikro kozmos) arasındaki etkileşimin önemli bir göstergesidir. Bir kılavuz veya yol gösterici rehberdir. Gerçeği işaret eder.  

  Astrolojinin derinlerindeki ezoterikokült güç ve kanunları mümkün olabildiğince anlamaya çalışmak bizim ne işimize yarar diye düşünebilirsiniz ama makrodaki her şey mikroyu ilgilendirir. Yani bir deyişle, 
“Yukarısı Aşağıya benzer.” 
  Bu  temel
 unsurları bildikten sonra, gerek astrolojide gerek diğer okült bilimlerde bulunan en karmaşık sırları bile aynı temel bilgileri ve sembolleri kullanarak rahatlıkla çözebilirsiniz. Çünkü astroloji bütün ezoterik konularla iç içedir ve temeli oluşturur. Binanın temel direkleri gibi düşünebilirsiniz. Astrolojide kullanılan unsurlar birçok okült bilimde de mevcuttur ve önemli anahtarlarıdır. Temel yasalar görünenin ardındaki görünmeyene bakan gözler için her yerde aynıdır.
  Yıldız Yolu  Geceleyin bakışımızı gökyüzüne çevirdiğimizde, sayılamayacak kadar çok görünen yıldızlar, enginlik ve sonsuzluk duygusu uyandırır. Kimileri çok, kimileri az parlak bu yıldızların görünümleri öyle göz alıcıdır ki, başlangıçta onları birbirinden ayırmak pek mümkün olmaz. Ama bakmakta ısrarlı olursanız bazılarının farklı olduğunu hatta yıldız kümeleri haline bulunduğunu görürsünüz.
  Gökyüzünde var olan sabit yıldızların yanında, takımyıldızlar boyunca seyreden hareketli cisimler de vardır. Bu yıldızların başında Güneş gelir; sonra da Ay. Diğerlerinden, yani gezegenlerden söz ederken, belli hareketlerin birçoğunun aslında yeryüzünün  hareketine dayandığını görürüz.

  
Astrolojinin babası sayılan Ptolemaios sistemini bu bilgiye dayandırmıştır. Güneş’in yol güzergahı üzerinde hep aynı takım yıldızlar geçer. Ay da aynı yolu izler. Üstelik diğer gezgin yıldızlar ya da gezegenler de aynı yoldan gitmektedirler. 
  Gökyüzünde göksel gezegenlerin izlediği bu yola, yıldız yolu ya da Zodyak adı verilir. Bu Zodyak, on iki takımyıldızdan oluşur ve bunların incelenmesi, astrologlar için olduğu kadar astronomlar için de büyük önem taşır.

Güneş Sistemi
  Eski çağlarda gökyüzünü inceleyenler güneş ve ay dışında, gözle görülen ve sabit yıldızlara göre hareket halinde 5 cisim fark ettiler, bunlara seyahat ettikleri için seyyare denildi, seyyarenin yeni tanımı ile gezegen adı verildi, sanırız gezgin oldukları için... Güneş ve ayla birlikte sayıları yediydi.
  Güneş, Samanyolu galaksisinde (yıldız kümesi) milyonlarca yıldız arasında basit bir yıldızdır. Uydu olarak etrafında dokuz gezegen sabit yörüngelerle dönmektedir, bunlar, güneşe yakınlık sırasıyla: 1) Merkür, 2) Venüs, 3) Dünya, 4) Mars, 5) Jüpiter, 6) Satürn, 7) Uranüs, 8) Neptün, 9) Pluto dur. Ay dünyanın uydusudur. Aynı şekilde bir çok diğer gezegenin de ayları vardır. Bu gezegenlerin aralarında harmonik ilişkiler olduğu binlerce yıldır spekülasyon konusu olmuştur.

  Modern Astroloji’de kadim öğretilerin yedi “kutsal” gezegeni olarak adlandırılan Ay, MerkürVenüs, Güneş, Mars, JüpiterSatürn haricinde bir de yakın zamanlarda keşfedilen Pluto (1930), Neptün (1846), ve Uranüs (1871) dahil edilmektedir. Bilindiği gibi güneş ve ay gezegen değildir. Ancak sembolik olarak bu tanımı korumaktadırlar, çünkü onlar da izafi olarak gök yüzünde gezgindirler. Modern astrolojide Uranüs Okült bilgeliği temsil eder ve Merkür’ün daha yüksek bir oktavını içerir. Neptün ise mistiktir ve Venüs’ün daha yüksek bir oktavını içerir. Pluto ise majisyenlerin gezegenidir ve Mars’ın daha yüksek bir oktavını içerir.

EZOTERİK ASTROLOJİYE GİRİŞ



  Gökteki cisimler, gezegenler, yıldızlar, güneş, ay ve onların devirsel hareketleri her çağda insanoğlunun dikkatini çekmiş ve derin bir araştırma konusu olmuştur. Tarihsel süreç içinde, günümüzden binlerce yıl öncesinde varolmuş çeşitli uygarlıklarda, oldukça gelişmiş astronomik gözlemlerin astroloji  ve kadim öğretiler aracılığıyla yapıldığını ve detaylı yıldız haritalarının çıkarılmış olduğunu gözlemliyoruz.
  Kadim ve kaybolmuş bu uygarlıklardan özellikle eski Mısır, Afrika, Mezopotamya, Güney Amerika’daki Aztekİnka,Maya ve çeşitli Anadolu uygarlıklarını saymak mümkündür. Eski uygarlıkların bizler gibi teleskopları, astronomi gözlem evleri, bilgisayarları ve teknolojik gereçleri yoktu ama günümüz bilim adamlarını hala hayrete düşüren, isabetli ve doğru bazı astronomik ve astrolojik hesaplamalarda günümüzden ilerideydiler.
  Şu anda değerini tam olarak anlayamadığımız bu verileri elde ederken onlar; bu gök olaylarının sadece sayısal ve niceliksel yönleriyle ilgilenmiyorlardı. Asıl araştırma alanları görünenin ötesindeki görünmeyen etkileşimlerdi. Yani bu verilerin daha ziyade niteliksel yönleriyle ilke bazında ilgileniyorlardı. Günümüz bilimsel araştırmalarının yaptığı keşiflerden biliyoruz ki, evren hem makro hem de mikro düzeyde birbirleriyle sürekli etkileşim halinde olan ve birbirini destekleyen birimlerden oluşan dev bir organizmaya benzer. Her şey hiç şaşmadan belli ilkeler ve yasalar çerçevesinde devinerek, sonsuzluk içinde varoluşunu sessizce sürdürmektedir.
  Evrendeki Bir’lik ve Bütün’lük ilkesine göre şekillenen bizim eski dediğimiz ama aslında eski değil kadim olan bilgelik okulları ve ezoterik çalışmalar; görünmeyen etkileşimlerin işleyiş etkileri, insanların ve cisimlerin enerji dengeleri, enerji hatları ve bu etkileşimlerin, enerjilerin nasıl kullanılacağı hakkında bir hayli geniş bilgilere sahipti.
  Bu kozmik inceleme ve araştırmaların bir yönünü oluşturan astroloji de gök cisimlerinin pozisyonlarının, yaydıkları titreşimlerin insan yaşamı üzerindeki etkilerini inceleyen aslında ruhsal bir araştırma alanıdır. Günümüze ulaşan ve halen yozlaşmamış haliyle korunan sağlam temelli astroloji bilgileri de, kadim astrolojinin temel ve ezoterik bilgileridir. Buna bir bilim dalı demek mümkün mü? Kendi disiplini içinde ruhsal bir disiplin ve bilgi ağı demek sanırız daha gerçekçi olacaktır çünkü astrolojinin bilimsel verileriyle birebir ilgilenen kısmının adı astronomidir.
 Bizler beden sahibi ruhsal varlıklar olduğumuza göre, ruhumuzun enerjisi tüm maddeye şekil veren ana ilkedir. Bu yüzden gök cisimleri bizim kaderimizi etkiler sözünü iyi anlamak gerekir. Kendi kaderimizi bedenlenmeden önce belirleyen biz olduğumuza göre doğacağımız anı, yeri ve o anda yıldızların, gezegenlerin konumuna göre oluşan etkileşimleri, burcumuza göre tercih eden de yine biziz. Yani hangi burcun vereceği özelliklerle daha iyi gelişeceksek onu seçeriz.
  Astrolojinin yaptığı uygulama, bizim bu seçimimizi yeryüzünde bize yeniden tanıtmak, anlatmak ve yolumuzu aydınlatmaktır.
  
Titreşimlerden ve enerjilerden ibaret bir evren anlayışına sahip olan eski astrologlar, astrolojiyi bilim adamlarına şirin göstermek ya da onların tepkilerinden çekinerek, astrolojinin bu kadim özelliklerinden taviz vermek yerine, gerçeğe bir adım daha yaklaşmışlar ve özellikle geleceğe yönelik öngörülerinde, sadece yıldız haritalarının yorumlarıyla yetinmeyip, sezgilerini ve tüm psişik yeteneklerini de çekinmeden kullanmış ve bunu saklamak gereğini duymamışlardır.
  Örneğin Nostradamus bunlardan bir tanesidir. O yıldız haritalarından elde ettiği tüm verileri derinleştirip, geleceğe uzanarak kehanetlerde de bulunma yetisini elde etmiştir.
 Kadim astrologların pek çoğunda da geleceğe uzanma yani kehanet yeteneği; işte bu ezoterik bilgileri değerlendirmelerinden ve bu bilgilere sahip çıkmalarından ötürü doğal olarak çok gelişkindi.  Günümüz astrologlarının da yola çıkmadan önce, kadim astrolojinin ezoterik bilgilerini incelemelerinde ve araştırmalarında büyük yararlar vardır. 

Mars yüzeyinde 'fil' bulundu


Viking-1 uzay aracının 1976 yılında tespit ettiği “Mars’taki Yüzün” ardından, ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) Mars keşif aracı, Kızıl Gezegen’in yüzeyinde koca bir “fil” buldu.


Mars Reconnaissance Orbiter uzay aracının HiRISE kamerası tarafından bu ayın başlarında çekilen fotoğrafta beliren fil, kuruyan lav akıntılarından meydana geliyor. İnternette büyük merak uyandıran fotoğraf kısa sürede o kadar büyük bir tartışma konusu oldu ki, Arizona Üniversitesi’nden gök bilimci Alfred McEwen, HiRISE sitesinde esrarengiz fil hakkında açıklama yaptı:
“Gördüğümüz şekil, psikolojide ‘pareidolia’ olarak tanımlanan kavramın içine giriyor. Örneğin, bulutlarda saklı yüzler görmek gibi doğada saklı olduğunu sandığımız ses ve görüntüleri fark etmemiz böyle tanımlanıyor. Aslında fotoğrafta gördüğümüz şey, Mars’ın lavlarla kaplı bölgeleri arasında en genci olan Elysium Planitia’nın kenarıda oluşan bir akıntı. Lav seli çok geniş alan kaplayabiliyor. Hatta zamanın bu sellerin tıpkı su gibi çok hızlı bir şekilde bir alanı kapladığını düşünürdük.”

7 cüceler şifrenizi hatırlamanıza yardım edebilir


Süpermarkete gittiniz, ama alışveriş listesini evde unuttuğunuzu fark ettiniz. Ya da kredi kartınızın şifresi bir türlü aklınıza gelmedi. İşte bu gibi durumlara düşmemek için bazı teknikler var.


İSTANBUL - Elektronik posta adresininizin şifresini ya da yakınlarınızın doğum günlerini hatırlamak için birkaç değişik metot bulunuyor. Bonn Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Nörolog Christian Elger, dahi olmayanların günlük yaşamlarında nasıl her şeyi daha iyi hatırlayabileceğini şöyle açıklıyor:
“Eğer çok karmaşık şeyleri aklınızda tutmanız gerekiyorsa, bu en iyi çağrışımlar sayesinde mümkün olabilir. Örneğin alışveriş listesini evde unuttuysanız, gözlerinizi kapatıp evde nasıl temizlik yaptığınızı düşünün. O zaman aklınıza temizlik için ihtiyacınız olan ürünler gelecektir ve tabii bununla birlikte hangisinin evde eksik olduğu da. Bu şekilde unuttuklarınızı kolayca hatırlayabilirsiniz.”

Amazonları antik tarımcılık kurtaracak



Dünya’nın yağmur ormanlarından büyük bir kısmını içeren Amazon ormanları, tüm çabalara rağmen her geçen gün küçülmeye devam ediyor. Bazı bilim insanları, dünyayı tehdit edecek doğa felaketlerinin önüne geçmek için, unutulan bir antik tarım yönteminin kullanılması gerektiğini savunuyor.


Kapladığı alan yaklaşık 6 milyon 475 bin kilometre kare olan Amazonlar, dünyanın yağmur ormanlarının yarısından fazlasını içeriyor. Her 2,5 kilomete kareye 90 bin ton biyo kütlenin denk geldiği Amazonlar, dünyadaki tüm canlı türlerinin 10’da birine de ev sahipliği yapıyor. Amazonların bir diğer önemi, dünyanın sahip olduğu karbonun da 10’da birini barındırması. Bu miktar, yaklaşık 100 milyar tona denk geliyor.
Yağmur ormanlarının yok olması, tuttukları karbonun atmosfere salınmasına, dolayısıyla küresel ısınmanın ciddi ölçüde artmasına neden olabilir. İyi bir gelişme, 2004’ten itibaren hız kazanan doğa projeleriyle Amazonlardaki orman kaybının oldukça yavaşlamış olması. Temel sorun ise kısa dönem ekonomik sorunlar nedeniyle çiftçilerin ve yatırımcıların ağaçları kesmeye yönelmesi.

8 Nisan 2012 Pazar

Leonardo da Vinci'nin 'yapılacaklar listesi'



Rönesans döneminin en büyük dahilerinden biri olarak kabul edilen İtalyan bilim insanı ve sanatçı Leonardo da Vinci’nin, günlüğüne ait yeni sayfalar ortaya çıktı. Bugüne kadar saklı kalan sayfalarda, da Vinci’nin “yapılacaklar listesi” de bulunuyor.



Da Vinci’nin günlük yapılacaklar listesinde yer alan maddeler, günümüz insanının, “çöpü dışarı çıkar, evden çıkarken ocağı kontrol et, kuru temizlemeden elbiseleri al ve köpeği gezdir” gibi rutin işlerinden çok farklı. Hatta, alışılmışın çok dışında.
İtalyan bilim insanı, ressam ve heykeltıraşın, 1510 yılına ait günlüğünde yer alan yapılacaklar listesinde, “bir kafatası bulmak, anatomi kitaplarını almak, beyin zarının incelenmesi ve timsahın çene yapısının tanımlanması” yer alıyor.
Listede yer alan daha normal maddelerde, da Vinci kendisine, “tebeşir, kara kalem ve kağıt alması gerektiğini” hatırlatıyor.

İnsandan 3 milyon yıl önce yürüyorlardı


Afrika’da keşfedilen yeni bir fosil, insana benzeyen, iki ayağı üzerinde yürüyen canlılara ait birden fazla türün yaşamış olduğunu ve tahmin edilenden daha eski tarihlerde var oldukları düşüncesini doğurdu.


İki ayağı üzerinde yürüyen en eski canlının Australopithecus afarensis olduğu düşünülüyordu. 1974 yılında bulunan ve Lucy adı verilen fosil, Australopithecus afarensis’ten günümüze kalan en büyük delil olarak biliniyor. Yüzde 40’ı bulunan fosilin, en az 2.9 milyon yıl öncesine ait olduğu düşünülüyor.
Etiyopya’da yapılan kazılarda bulunan 3.4 milyon yıllık ayak kemiği ise Lucy’nin hayatta olduğu dönemde Australopithecus afarensis’ten farklı türlerinden de hayatta olabileceğini gösterdi. Bilim insanları, ayak kemiklerinin, Doğu Afrika’da yaşamış olan Ardipithecus ramidus türüne ait olabileceğini belirtti.
Nature dergisinde bugün yayımlanan araştırma, Lucy ve türüne ait iki ayaklı canlıların ağaçlarda ve yerde yaşadıkları dönemde, kendilerine benzeyen başka türlerinde var olabileceği düşüncesini destekliyor.

Araştırmada yer alan Case Western Reserve Üniversitesi’nden Bruce Latimer, “kazılarda ortaya çıkarılan ayak kemiklerinin bütün halde bulunmalarının çok zor olduğunu, çünkü zor şartlar altında genelde dağıldıklarını” belirtti. Latimer, “bazıları hala parmakla birleşik halde bulunan sağ ayağa ait sekiz kemik bulduklarını, ayağın nasıl çalıştığını anlamaları konusunda ellerinde önemli miktarda kemik bulunduğunu” söyledi.